40 yaşına girmesine 1 sene kalan devasa franchise Rambo, 22 Ekim 1982 tarihinde sinema perdesinde başlayan ve kısa bir an için kültürel manzarayı hem büyüleyen hem de karakterize eden bir film serisi olarak tarihe geçti. Günümüzde dahi, ilk oluşturduğu kraterinden yıllarca uzaklıktaki bir mesafede, Rambo, göktaşı misali bir simge olarak dünya çapında bilinip tanınıyorsa, bu filmin neden bu derece etkili olduğunu da konuşmak boşa olmayacaktır. Çünkü Rambo, sadece kırmızı bandanası altında öfkesini zar zor kontrol altında tutarken, M60 tüfeğiyle etrafı mermi yağmuruna tutan bir Sylvester Stallone’dan çok daha fazlasıdır.

enter image description here

Şimdi gözünüzde canlandırdığınız bu Rambo fotoğrafına baktığımızda, 80'lerin sinema salonlarını dolduran insanlara, bolca kas ve silah eşliğinde, Amerika Birleşik Devletlerinin yenilmez gücünü kahrolası kötülere gösteren aksiyon filmi ikonlarından birini görürüz. Ve hatta Rambo, belki de bu figürlerin en ikonik olanıdır. Ama aynı zamanda, (diğer ikonların çoğundan farklı olarak) Amerika’nın Vietnam savaşı sonrası döneme, ve gazilere bakışının yarattığı duyguları, bir savaş gazisinin gözünden anlatarak, diğer ikonlardan çok daha fazlasını anlatan bir fotoğraftır gördüğümüz.

Şöyle düşünelim. Ülkemizde Rıfat Ilgaz’ın Hababam Sınıfı isimli eseri, yıllarca çekilememiştir. Çünkü ülkenin eğitim sistemine çok kesin ve net bir eleştiriyi, tıpkı savaşı mağduru Rambo’nun gözünden izletircesine, eğitim sistemimizin mağdurları öğrenciler ve öğretmenler üzerinden anlatmaktadır. Yıllar sonra beyazperdeye aktarılmasında nice bakanlar, bürokratlar araya girmiştir, ve sinemaya uyarlanan eser, sansür ve benzeri uygulamalara maruz kalmamak için büyük bir titizlikle elden geçirilmiştir.

Rambo ile Hababam Sınıfı ne alaka diyenleriniz olabilir, şöyle izah etmeme izin verin. Mağdurun gözünden eleştirel bakışı beyazperdeye aktarmak öylesine etkilidir ki, yıllarca Halit Akçatepe, “Güdük Necmi” olarak anılmıştır, çünkü içten içe sistemin değişmediğini hepimiz fark etmişizdir, ve o eleştiriyi en samimi haliyle izlediğimiz Hababam Sınıfında kimimiz İnek Şaban, kimimiz Güdük Necmi, kimimiz ise Domdom ile kendimizi özleşmiş buluruz bilinçaltımızda.

İşte Rambo’da yıllarca Amerikan halkının içten içe eleştirdiği savaş politikasının, ve Vietnam savaşı sonrası mağduriyet yaşayan gazilerin ve ailelerinin eleştirilerini, bir Vietnam gazisinin gözünden, sade ve yalın bir dille anlatır. Tıpkı Güdük Necmi’nin eğitim sistemimizdeki manasızlıkları yıllardır yüzümüze vurmaya devam etmesi gibi, Amerika’ya Vietnam savaşının eleştirisini anlatır.

Ülkemiz üstünden bir değerlendirme daha yapmak gerekirse, bu topraklarda Rambo gibi bir eleştiri filminin çekilme ihtimalini düşünmeye davet edeyim sizi. Rambo senaryosunu baz alalım, ve olayı ülkemize uyarlayalım. Bir gazi askerimiz, sakin bir ilçemizden geçerken, emniyet amiri kendisine kafayı taksın, sonra gazi askerimiz ortalığı karıştırsın. Sizce bu topraklarda, böyle bir filmin çekilmesi, senaryosunun ilgili merciler tarafından onaylanması, izleyici tarafından kabul görmesi ihtimali nedir, bunu da düşünelim.

Neyse, konuyu daha da fazla dağıtmadan Rambo’ya dönelim. John Rambo karakteri, 1972 yılında yayınlanan David Morrell eseri “First Blood” (İlk Kan) kitabı ile dünyaya gelmiştir. Filmde Stallone’nin kasları, mermi yağmuru ile süslenmeden önceki hali, psikolojik sorunları daha yoğun olan, ve hikayenin sonunda da geçirdiği bir psikotik krizle sivillere saldıran bir karakterdir. Sonu da onu eğiten Albay Samuel Trautman tarafından bir kuduz köpek gibi öldürülmektir.

İlk Kan, sinema uyarlamasından farklılıkları bulunan ne ilk kitaptır, ne de sonuncusu olacaktır. Zaten kitap hali ile kolay okunur bir kitap da değildir. Çünkü yayınlandığı zamanın ruh halini göz önüne alırsanız, 1970'ler boyunca Amerikan halkının içten içe hesaplaşmasını da anlatmaktadır. Vietnam’da ülkesine hizmet eden binlerce askerin, döndükten sonraki maddi ve manevi sefaletini, ve bu insanların topluma uyum sağlamakta yaşadıkları zorlukları, bu zorlukların uzun vadede topluma maliyetini düşünmekten kaçınan Amerikan Rüyası, bu ve benzer kitaplarla yoğun şekilde eleştirilmiştir.

Kitabın yayınlanmasından 10 sene sonra yönetmenliğini Ted Kotcheff’in yaptığı filmde ise filmin yıldızı Sylvester Stallone, kitabın yazarı David Morrell, Michael Kozoll ve William Sackheim ile birlikte senaryonun özündeki ana çatışmayı sürdürürken, John Rambo karakterinin psikozunu yumuşatmıştır. Onlarca yıl süren Rambo kariyerini göz önüne alırsak, gayet de akıllıca davrandığını kabul etmemiz gerekir. Yine de tüm farklılıklarına rağmen film, kitaptan daha az kaliteli veya dikkate değer olarak görülmemelidir. Kitabın, oldukça sert ve karanlık sonunun aksine, film Stallone’un bugüne kadar sergilediği en iyi oyunculuk performanslarından birisiyle hayat verdiği John’un, Vietnam’da yaşadıklarından, ülkesine dönüşüne, ve dönüş sonrası maruz kaldığı tüm şiddete rağmen yıkılmamak için direnen portresi ile doruğa ulaşmaktadır. Şahsen “bana ‘bebek katili’ diyorlar” şeklinde geçen replik başta olmak üzere, birçok mesaj Stallone’un pek de yakışıklı kriterlerine o döneme dek uymayan ağzından çok etkileyici bir şekilde verilmiştir. Tabii ki filmin sonunda gayet stoik bir Trautman (Richard Crenna) tarafından görevine geri alınması ile konu bir şekilde kapanır, John Rambo büyük ihtimalle gayet hafifletilecek cezasını çekecek bir ölüm makinası olarak filmin son sahnesinde alkışlarla uğurlanır, aynı beyazperdeye yine gelmeyi garantileyerek.

“İlk Kan” eserinin hem kitap haliyle, hem de ekranda kurgulandığı ve hayata geçirildiği şekliyle şoven bir anlatı olmadığını, bunun yerine bitmeyen savaşın derin kişisel ve duygusal yükünün kederli bir incelemesi olduğunu anlamak önemlidir. Sanatsal olarak aynı seviyeye gelmeyebilir ama film, “Coming Home” ve “The Deer Hunter” gibi diğer etkileyici eserlerle aynı nefeste anılmayı başarmış ve bunu da hak etmiştir. Daha da önemlisi, 1982 yılında, Vietnam Savaşının Amerika’daki tartışılma şekli açısından, kültürel rüzgarların ve görüşlerin değişmeye başlamasına rağmen bunu başarabilmesi, oldukça etkileyicidir.

1982 yılına değinmek gerekirse, Ronald Reagan, Jimmy Carter yıllarının “rahatsızlığının” ardından, 1980'de başkan seçilmiş, ve Reagan’ın beyazperdede sıklıkla canlandırdığı “kovboy” kişiliğinin harekete geçirdiği yenilenmiş bir vatanseverlik coşkusu topluma aksettirilmiştir. Bu “kovboy” tavrı, Rambo serisinin ikincisini de selefinden mümkün olduğunca farklılaştırmasına yol açmıştır. 1985 yapımı “Rambo: First Blood Part II” filminde artık John Rambo’da değişmiştir, franchise da bir fenomene dönüşecektir.

Öncelikle senaryoda John Rambo karakteri hayat bulurken, “iç gözlem” ve “kısıtlama” gibi unsurlar bir kenara bırakılmıştır. John artık daha pervasız olabilir, çünkü gideceği yerde Amerika’nın gücünü temsil edecektir, ki Amerika’da pervasızdır. Öyle ya, soğuk savaşı neredeyse bitirmişlerdir (!), Rusya’ya da McDonalds açılacak kadar Amerikan bir “glasnost” başarılmak üzeredir. Neden pervasız olmayasınız ki?

Senaryo (The Terminator ve Aliens arasındaki sürenin uzamasına neden olacak şekilde) James Cameron, Kevin Jarre ve Sylvester Stallone ile hayat bulur. George P. Cosmatos yönetmenliğinde çekilen filmde Rambo bu sefer Vietnam’dadır. Konu “hain düşmanın Amerikan yenilmezliği ile tanışması” olunca, ilk filmde sadece yanlışlıkla, ve istemeden öldüren John, bu sefer işkenceci Vietnamlı düşmanları fütursuzca avlarken, bir deri bir kemik kalmış Amerikan savaş esirlerini bebek yağı ile parlatılmış kasları eşliğinde kurtarır.

İlk filmdeki duygusallığının işe yaradığı bu kadar aleni iken, John’un komutanına “Bu sefer kazanabilecek miyiz?” gibi sorular sormasını doğal karşılamak gerek. Tabii Trautman’ın kendisine (yine aynı stoik tavırla) “Bu sefer sana bağlı” demesi de şaşırtmamalıdır. Çünkü Trautman, Amerikan yönetimidir, Rambo ise onun kusursuz silahı. İkinci filmdeki devasa farklılıklardan en çarpıcı olanı, ilk filmde yanlışlıkla sadece bir kişiyi öldüren Rambo’nun, ikinci filmde sanırım 60 civarı kişiyi kevgire çevirmesidir. Dedim ya, artık pervasız olmakta bir sakınca yoktur. Rambo, yani Amerika pervasız olma hakkına sahiptir artık. Hatta bu pervasızlık, üçüncü filmde 75 rakamı ile daha da artacaktır. Oraya da gelmemize az kaldı.

Artık Vietnam savaşı, Rambo’nun imajı ile yeniden yazılmıştır, tüm geçmişten kalan kötü anılar da silinmiştir. Filmin Rambo’yu bir şovenistten çok, asker arkadaşlarını kurtarmak için hayatını hiçe sayan bir kahraman olarak resmetme çabasını gözden kaçırmamak gerekir. Yer yer Rambo bir hümanist gibi tasvir edilir, tabii arkasında bıraktığı ceset sayısını hesaba katmazsak. Tüm bu tezatlara rağmen, Hollywood’un bağrından gelmiş ABD Başkanı Reagan, filmi çok benimsemiş, ve hatta medyada kendisinden “Rambo Reagan” olarak bahsedilmesini bir övgü olarak kabul etmiştir.

İlk iki filmin gişedeki inanılmaz başarısı, çocukların Rambo aksiyon figürlerine düşkünlüğü, bilgisayar oyunları, Rambo kıyafetleri ve benzeri olguları göz önüne alırsak, üçüncü film “neden olmasın”dır, hatta “mutlaka olmalı”dır. Vietnam Savaşı sonrası oluşan travma sonrası stres bozukluğu (PTSD) aslında tüm Amerika’yı etkilemiştir, ve Rambo 3 ile Rocky 5, 1980'lerin ortasında zamanın ruhunun neye benzediğini anlatacak en iyi yansımalar olabilir.

Rambo III (yönetmen Peter MacDonald) üç yıl sonra beyazperdeye geldiğinde, kimse filmin ismindeki “İlk Kan” (First Blood) ibaresinin yokolup gitmesine dikkat etmemiş olabilir. Yapımcılar da haksız sayılmazlar, artık izleyici kitaptaki John Rambo için değil, filmdeki John Rambo için sinemalara akın etmektedir. Jeopolitik durum değişmektedir, glasnostun başlangıcındayızdır, hala pervasızızdır, ama bu sefer düşman çok daha sinsidir. Mağdurlar yaratan bir güçtür.

Bu pervasızlığı, John Rambo’nun mücahitlere yardım edip, iri ve kötü Rusları Afganistan topraklarında parça pinçik edişini izleyen Amerikalılar bile rahatsız edici bulmuş olacak ki, gişede kar etse de, aynı sempatiyi görmemiştir. Bu filmde Rambo’nun diğer aksiyon ikonlarından pek bir farkı kalmamıştır. Herhangi bir mesaj iletme, derdini haykırma problemi yoktur. Ölümcül bir makinedir ve kendinden olmayan herkesin ölmesi gerekmektedir. Film de bu pervasızlığının sonucunda serinin 20 sene kadar uykuya dalmasına neden olur. Sonrası ise üzerinde konuşulmayı gerektirmeyecek aksiyon filmlerinden ibarettir. Stallone seviyorsanız izlenebilir, ama üzerinde uzun uzun konuşulacak olgular değillerdir.

Yine de, Rambo serisinin bize bıraktığı mirası incelerken, özellikle 80’lerde üretilen üçlemeyle ilgili olduğu için, onu duygu sömürüsü ya da vatanseverlik pornosu olarak tanımlamak, işin kolayına kaçmak olacaktır. Dönemin Amerika’sının, Amerikan halkının, ve pompalanan kültürün yansımalarını okumak için ideal filmler olarak değerlendirmekte fayda vardır. Üçlemeyi izlerken göreceğiniz değişim, Amerika’nın aynadaki aksini görmektir. Ayrıca “İlk Kan” tartışmasız olarak iyi bir filmdir ve önemli bir çalışma olarak sinema tarihinde yerini almıştır. Ve ilk devam filmi harika olmasa da, gösterime girmesinden yaklaşık 35 yıl sonra bile ikonografisini bu kadar güçlü devam ettirmesiyle kalitesini ortaya koymaktadır. Bu övgülerin hiçbirini üçüncü film için söyleyemeyiz, ancak Afgan halkını beklenmeyen bir şekilde işlemeyi, bu tür tavırların uygun görülmediği bir dönemde yapabilmesi onu da diğerleri kadar olmasa da, franchise içinde önemli bir yere koymaya yeterlidir.

Sonraki tüm filmler, franchise için raf ömrünü uzatmaktan başka bir şey ifade etmese de, Rambo’nun kültürel öneminin gerçek ölçüsü 1980'lerin üçlemesinde yatmaktadır. Bu üç film, savaşa dair bakış açısıyla ​​ve savaşın vahşetine tanık olmuş insanların sorunlarıyla başa çıkmak için mücadele eden dönem siyasetini ve ulusal ruh halini anlamak için önemli mihenk taşları olarak hizmet etmeye devam edecektir.