Son zamanlarda teknolojiye karşı duygularınız değişti mi? Eskiden heyecanla takip ettiğiniz uygulamalar, şimdi neden sizi yorgun ve hatta kullanılmış hissettiriyor? Sadece bireysel bir algı değil bu; dünya genelinde, teknolojiye dair bir yorgunluk ve yılgınlık hali yayılıyor. 2010’ların “teknoloji iyidir” iyimserliğinden 2020’lerin “teknoloji bıkkınlığı”na, oradan da “teknolojiden tamamen bezmişlik” dönemine geçtik.
Bugün internetin eğlenceli olmadığını anlatan videolar, sosyal medya uygulamalarının insani yanlarımızı nasıl sömürdüğünü tartışan belgeseller, ve genç neslin ruh sağlığının nasıl tehlikede olduğunu anlatan kitaplar, tüm dünyada büyük ilgi görüyor. Bu, sadece Batı’ya özgü bir tepki değil; Türkiye'de de insanlar artık dijital dünyaya karşı daha mesafeli, daha sorgulayıcı ve hatta dirençli.
Dijitalin Dayanılmaz Boşluğu: Neden Her Şey Bu Kadar Yorucu?
Bu tükenmişliğin birkaç temel nedeni var:
İçerik Platformlarının Çöküşü (Enshitification)
Yazar Cory Doctorow’un ortaya attığı bu kavram, dijital platformların üç aşamalı çöküş döngüsünü tanımlar:
Önce kullanıcı için çok cazip teklifler sunulur.
Ardından bu kullanıcılar, reklamverenlerin ve kurumsal müşterilerin çıkarları için kullanılır.
Son olarak şirket, kurumsal müşterileri bile sömürerek tüm değeri kendi bünyesine çeker ve platform ölür.
Netflix örneğinde olduğu gibi: Eskiden ucuz ve özgürdü; şimdi daha pahalı, daha sınırlı ve daha az kullanıcı dostu. Türkiye’de de benzer örnekleri sık sık yaşıyoruz: Bir uygulamaya alışıyoruz, sonra reklamlarla, kısıtlamalarla ve yeni abonelik zorunluluklarıyla karşılaşıyoruz.
Sahiplik Hakkının Ölümü
Bir ürünü satın almak artık sahip olmak anlamına gelmiyor. “Satın al” tuşuna bastığınız dijital kitap aslında sadece bir “lisans”. Amazon’un yeni politikasına göre, artık Kindle cihazınıza kitap indirip saklamak bile mümkün değil.
Aktivist Louis Rossmann’ın dediği gibi, “mülkiyet” kelimesinin anlamı şirket politikalarında yeniden tanımlanıyor. “Satın alma”, aslında artık “kiralama” anlamına geliyor. Üstelik ömür boyu erişim gibi vaatlerin bile çoğu 2 yıl bile sürmüyor.
Gizliliğin ve Güvenin Erimesi
Cambridge Analytica skandalı, sosyal medya devlerinin kişisel verileri nasıl kullandığını ve demokrasiyi nasıl etkilediğini gözler önüne serdi. Artık “gizlilik” bir tercih değil, bir lüks. Facebook’un algoritmaları üzerinden yürütülen seçim kampanyaları, toplum mühendisliğinin dijital versiyonuna dönüştü.
Gazeteci Carol Cadwalladr, bu tehlikeyi dile getirdiği için yıllarca hukuki tacize uğradı. Teknoloji, sadece mahremiyetimizi değil, aynı zamanda demokratik haklarımızı da tehdit eder hale geldi.
Teknolojinin Servet Uçurumu Yaratması
Teknoloji sadece hayatı kolaylaştırmakla kalmıyor; gelir adaletsizliğini de artırıyor. Bir yanda trilyon dolarlık teknoloji şirketleri, diğer yanda dijital tuzaklara düşmüş kullanıcılar. Abonelik iptallerinin neredeyse imkansız hale gelmesi, küçük ücretlerin büyük sorunlara dönüşmesi, her şey kullanıcıya karşı kurulmuş bir düzen hissi yaratıyor.
Tüm Bunların Ortak Noktası: Kullanıcısız Kullanıcı Deneyimi
UX (kullanıcı deneyimi) eskiden kullanıcıyı merkeze alan bir alandı. Bugün ise kullanıcı deneyimi, kullanıcıyı dışlayan bir hale geldi. Hangi uygulamaya girerseniz girin, hissiyat hep aynı: “Bu platform benim için değil; ben bu platform için varım.” Google’da bir şey aramak bile artık bilgi bulma çabası değil, reklamları atlatma savaşı gibi.
Çıkış Yolu: Analogun Sessiz Direnişi
Bu dijital bıkkınlık karşısında dünya çapında – Türkiye dahil – ilginç bir eğilim ortaya çıktı: fiziksel medya geri dönüyor. Kitaplar, CD’ler, plaklar, DVD’ler yeniden ilgi görüyor. Bir kitap, abonelik bittiği için rafınızdan silinmez. Bir plak, veri toplamaz. Analog kamera, sizden hesap açmanızı istemez. Çünkü bu araçlar sadece işlevsel değil; aynı zamanda insanidir.
İnsan Deneyimi: Hız Değil, Anlam Arıyoruz
Bugün medya içerikleri, tıpkı toz mama gibi hızlı tüketilen, duygusuz ürünlere dönüştü. Oysa insan, yalnızca beslenmek için değil, birlikte yemek yemek için de yemek yer. Bir albümü plak olarak dinlemek, bir kitabı fiziksel olarak okumak, bir anıyı dijital değil, analog bir kamera ile kaydetmek: tüm bunlar, insan olmanın anlamını yeniden inşa ediyor.
İlham Veren Direniş: Sessiz Devrim
Tüm bu gelişmeler, büyük bir “hissetme” değişimini yansıtıyor. Kendi kararlarımızı verme, kendi zevkimizi seçme, zamanımızı nasıl değerlendireceğimize kendimizin karar vermesi gibi insani haklarımızı geri istiyoruz.
Fiziksel medya; sahiplik, kontrol, nostalji ve yavaş tüketim duygusunu geri getiriyor. Bunlar ölçülemez ama gerçek olan değerlerdir.
Ve Unutmadan: İnsanlık Hala Burada
Charlie Chaplin, 1940’ta yaptığı Büyük Diktatör filmindeki konuşmasında şunları söylemişti:
Makinalar bolluk verirken bizleri yoksul bıraktı. Zekamız bizi alaycı, akıllılığımız bizi zalim yaptı. Çok düşünüyoruz, az hissediyoruz. İnsanlığa her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
Bugün hâlâ aynı yerdeyiz. Teknoloji gelişti ama insanlık yorgun. Çözüm ise çok da karmaşık değil. Belki biraz yavaşlamak, biraz hissetmek ve dijital olanı değil, insani olanı tercih etmek yeterli olacak.