Christopher Nolan’ın Oppenheimer filmi, haksız bir şekilde rakip gösterildiği Barbie karşısında hakimiyet kurması, kadrosu, oyunculukları ve elde ettiği gişe hasılatı ile başarılı bir film elbette. Gelin, filmde anlatılan hikaye ile gerçekte yaşananlar ne derece benzer, bir göz atalım.

enter image description here

Film Robert J. Oppenheimer’ın biyografisi olan “American Prometheus” kitabına dayanıyor. 2. Dünya Savaşı sırasında ABD tarafından gerçekleştirilen Manhattan Projesinin Los Alamos Laboratuvarında yönetici olan, ve bu süreçte nükleer silahların ve nükleer silahlanma döneminin ortaya çıkmasında en önemli rollerden birine sahip olan teorik fizikçinin hayatının bir kısmını izlediğimiz film, gayet etkileyici bir yapım. Yine de bu film, belki de her unsur olduğu gibi kusursuz değil. Ancak kusurları, tarihi anlatma konusundaki dürüst tavrında yatıyor.

Elbette sinemada izlediğimiz tarihi filmler, neredeyse her zaman gerçeklerden uzaktır. Ya senaryonun daha etkileyici olması için, ya da anlatının negatif yönleri uzaklaştırma (bir nevi sansür) çabası içinde olmasından dolayı, birçok tarihi figürü ve olayı gerçekle pek bağdaşmayacak şekillerde görürüz. 300 Spartalı ve Truva gibi filmlerde orduyu meydana getiren bireylerin zırhları o dönemde keşfedilmemiş madenlerden olabilir, yarı çıplak gezip elma yiyerek dağları aşarken hasta olmazlar, Umudunu Kaybetme filminde Will Smith ile bizi gözyaşlarına boğan karakter aslında uyuşturucu satmaktan içeri girmiştir ve saire.

Oppenheimer filminde de hatalardan birisi nükleer silah üretiminde gerekçenin Hitler ile yarış olduğu söylense de, o dönemde Almanya’nın nükleer silah projesine sıcak bakmadığı için rafa kaldırdığı, hem ABD hükümeti, hem de Manhattan Projesinin başındakiler tarafından bilinen bir gerçektir.

Filmde olayların sadece bombayı yapıp atanların yönünden anlatılması ve Japonların hiç esamesinin okunmaması da eleştirilebilir elbette. Ki bu tavır bile, aslında yıllardır süregelen bir gerçekle bizi yüzleştirir. Bombayı atanın, bombalanandan çok daha yaygın ve büyük kitlelere ulaşan bir medya ve sinema endüstrisi vardır.

Ancak benim asıl dikkat çekmek istediğim olgu başkadır.

Manhattan projesinin bize sunulan hikayesinde Trinity testinin yer aldığı New Mexico’nun tasvirinde hiç New Mexico halkı yoktur. Sanki bomboş bir arazide, insanlığın var olmadığı bir boyutta gerçekleşmiş gibi sunulan hikayede, New Mexico’daki White Sands, gerek çevrede yaşayanların ve yaşananların tasvirinde büyük ihtimalle bilinçli bir şekilde hataya düşmektedir.

Çünkü gerçek hikayede, bombanın test edildiği Trinity adı verilen yerin aslında bombanın geliştirildiği Los Alamos’un yakınında olmadığını, aksine 300 kilometreden daha uzak bir mesafede olduğunu görürüz. Hatta bu test alanının yakınında yaşayan yerel halkın, bu nükleer testlerden en çok etkilenen nesillere sahip olduğu da bir gerçektir. Yerel halkın neredeyse tamamı ve çocukları, ya nükleer endüstri tesislerinde çalıştıkları için, ya da denemelerin etkisine maruz kaldıkları için çeşitli sağlık sıkıntıları yaşamışlardır.

3 saatlik bir filmde hikaye ve karakterlerle dolu bir süreç içerisinde, bu söylediğim bir detay olarak görünse de, tarihte yer etmiş bir olaydan direk olarak etkilenen insanların gözardı edilmesi bir detay değildir ve gerçeğin önemli bir kısmını hasır altı etme eğilimi taşır.

Bu “detay” gibi görünen unsurlara, dönemin ABD hükümetinin New Mexico’nun birçok bölgesinde yaşayan insanları zorla yerlerinden etmesini de eklemek gerekir. Bu zorla sürgün hali, içeriğinde buram buram ayrımcılığı da taşır. İspanyol göçmeni bir aile dönüm başına 7 dolar tazminata hak kazanırken, Anglo kökenli ailelere dönüm başına 43 dolar verilmiştir. Yani Amerikan filmlerindeki gördüğünüz New Mexico manzaraları ne kadar geniş ve boş araziler olsa da, gerçekte durum böyle değildir.

Hadi biraz daha bu “detay” olgulara değinmeye devam edelim.

Trinity denemesinin yapıldığı alanın yakınlarında, çiftçilik yapan birçok aile hükümetin, sahibinin rızası olmadan özel mülkiyete el koyması ile karşı karşıya kalmıştır. Özellikle Pueblo halkının yaşadığı çeşitli köyler ile birlikte Meksika asıllı onlarca ailenin çiftliklerinin bulunduğu Pajarito Platosu, Los Alamos sınırlarındadır ve yerli halkın atalarından kalan topraklardır. Filmde açıkça gösterilen bir erkekler okulu, gerçekte de vardır, ve yöre yerlileri hala bu topraklara atalarının mezarlarını ziyarete gelirler. Ama çoktan sürgün edilmişlerdir.

Filmde göremeyeceğiniz gerçekler bununla da sınırlı değildir. Bu sürgün işlemi sırasında bazı ailelere hiç bir tebliğgat belgesi gönderilmemiştir, gönderilenlerin tamamı ise İngilizcedir, oysa ki burada yaşayanlara yapılan tebligatların konuştukları dilde yapılması olması gereken bir uygulamadır. Direnen ailelerin tarım ürünlerine planörlerle zararlı kimyasal ilaçlar atıldığı, askerlerin yerel halkın hayvanlarını hedef olarak kullandığı, yerel halka karşı ırkçı saldırıların olduğu da kayıtlara geçen durumlardır. Oppenheimer’ın ölen insanlar için yaşaran gözleri, bu durumları da görmüş müdür bilemeyiz, ama biyografisinde de, filmde de bu konular hiç olmamış gibi davranılmıştır.

Burada bahsettiğimiz konulardan haberdar olup, gözardı etmeyi tercih etmiş olma ihtimalleri şu nedenden dolayı ağır basmaktadır. Filmde, Trinity denemesinin yapıldığı alan ile Los Alamos yerleşkesinin birleşik bir alanda sunulması tam manası ile yanıltıcıdır. Çünkü bu denli araştırma yapan bilim insanlarının, nükleer atığın etkilerini tam olarak bilmeseler de, tahminde bulundukları bir gerçektir. Ve tam da bu nedenle, Trinity denemesi, yerleşkelerinin dibinde değil, kilometrelerce uzaklıktaki bir alanda yapılmıştır. Nükleer denemenin etkilerinin 100 mil civarına ulaşacağını filmde de söyler bilim insanları. Bu durumda da, Trinity denemesi, gerçekte, yerli Hispanik nüfusu, Mescalero Apaçilerini, ve 1940 yılı rakamlarına göre 150bine yakın insanı tehlikeye atmıştır.

Deneme sonrası yıllarda, otoimmün hastalıklar, tiroid kanserleri ve radyasyona maruz kalmanın etkileri ile ortaya çıkan kanser türlerinde yoğun bir artış olmuştur. Nedendir bilinmez, nükleer bomba üretiminden mesul bu bilim insanları, bu bombanın sonraki etkileri hakkında veri toplamaya pek hevesli olmamışlardır. Farklı kaynaklardan yapılan bazı ölçümlerde Trinity deneyinden sonra bazı çiftlik evlerinin çevresindeki radyasyon seviyelerinin güvenli sayılan seviyenin 10bin kat üstüne çıktığı kayıtlara geçmiştir.

Elbette Manhattan Projesi ve Trinity denemesi üst düzey gizlilik taşıyan unsurlardır. Ve bu gizlilik çerçevesinde, testten dolayı oluşacak nükleer serpinti vb detaylar yörede yaşayan insanlara söylenmemiş, sorulan sorulara da yanıltıcı cevaplar verilmiştir. 1994 yılında Bill Clinton tarafından atanan bir soruşturma komitesinin bulgularına göre Manhattan Projesi bomba üretimi aşamasının devamında, radyoaktif maddelerin insanlara etkileri konusunda, hastaların bilgisi olmaksızın, hastanelerde araştırmalar yapmıştır.

Manhattan Projesinin zararları bununla da sınırlı değildir. Oppenheimer filmini izlerken dikkat çekici bir başka olgu da, tüm yerleşkede asker ve bilim insanlarına ait ailelerin olduğudur. Oysa ki böyle büyük bibr projenin altyapısının ayakta kalması için mutlaka çalışan hizmetliler de olması gerekir. Ki gerçekte de bu kişiler vardır. Ve bu kişiler, toprakları devlet tarafından işgal edildikten sonra gidecek yerleri kalmamış yerli halktan oluşur. Filmde bu kişileri pek göremezsiniz. Nolan için estetik kaygıdan ibaret bir durum gibi görünebilir, lakin diğer filmlerinde gerçekçiliği yakalayabilmek adına, kıyafetlerdeki dikişleri bile kontrol eden bir algının böyle bir durumu da gözardı etmiş olması pek masum görünmemektedir.

İki iş kolu için yerli topluluktan faydalanılmıştır. İnşaat ve temizlik işlerinde çalışan kişiler de, çalıştıkları yerlerde yüksek derecede radyasyona maruz kalmışlardır. Bilim insanlarının özel koruma kıyafetleri ile dolaştığı yerlerde, günlük iş kıyafetleri ile temizlik yaptıkları bilinir. İş günü sonunda sabundan hallice bir temizlik malzemesi ile kendilerini temizleyen bu işçilerin çoğu kanserden muzdarip olmuşlardır.

Filmde yanlış anlatılan bir başka unsur da şudur;

Filme göre bombalar Trinity testinden sonra Japonya’ya gönderilmek üzere yola çıkar, ancak gerçekte bu bombalar Trinity denemesi yapılmadan önce çoktan yola çıkmışlardır.

Tüm bu hatalara rağmen, Oppenheimer filmi, ABD’nin nükleer bombaları kullanmak için öne sürdüğü ikilemi, ve etkilerini anlatmakta oldukça başarılıdır. Ve film, savaş kazanmak için nükleer silahlara gerek olmadığını da ifade ederken samimidir.

Oppenheimer filmi, belki bilerek, belki de sırf teknik nedenlerden dolayı, Japonları, bu insanları ve nükleer tehditin insan hayatında etkilerini gözardı etmiş olabilir. Hatta ben bu yazıyı yazarken, fazla detaycı davranıyor gibi görünebilirim. Ama görüşünüz ne olursa olsun, Oppenheimer filminde anlatılan hikaye tarihin önemli bir döneminin, oldukça yüzeysel bir anlatımından ibarettir. Sinema sanatı adına haşmetli, ve gösterişli bir eser olmasının yanısıra, bu anlatım eksikliğini de unutmadan izlenmesi gereken bir filmdir.