Dünya ekonomisinin nabzını tutan, belki de tutucu, temkinli sözlerinin en çok hakkını veren ve kelimelerini kuyumcu titizliğiyle seçen kurumlarından biri olan İngiltere Merkez Bankası, yakın zamanda yayımladığı Finansal İstikrar Raporu ile aslında diplomatik bir dille hepimize "kemerlerinizi bağlayın" uyarısı yapıyor. Bu raporu sıradan bir üç aylık bülten gibi okuyup geçenler, satır aralarına gizlenmiş o devasa korkuyu, yaklaşmakta olan fırtınanın ayak seslerini duyamıyorlar ne yazık ki. Oysa mesele sadece İngiltere ile sınırlı değil; mesele, küresel finans sisteminin 2008’den bu yana hiç olmadığı kadar kırılgan bir zeminde, devasa bir risk ortamının tam göbeğinde duruyor olmasıdır. Bankacılar gibi soğukkanlı adamlar, risk ortamının kötüleştiğinden bahsetmeye başladığında, sokaktaki insanın, yani sizin, benim, hepimizin durup düşünmesi gerekir çünkü bu adamlar "hava biraz bozdu" dediklerinde aslında kasırga kapıya dayanmış demektir.
Küresel ekonomik belirsizlik oranlarının tavan yaptığı, jeopolitik gerilimlerin ticaret yollarını paramparça ettiği ve borç piyasalarının alarm verdiği bir dönemden geçiyoruz. Ancak asıl korkutucu olan, tüm bu kaosun ortasında, teknolojinin bize sunduğu o parlak oyuncakların, yani yapay zeka şirketlerinin yarattığı devasa varlık balonu. Bugün Amerika Birleşik Devletleri'nde ve dolayısıyla küresel piyasalarda yapay zeka şirketlerinin hisse senedi fiyatları, 2000 yılındaki o meşhur Dot-com balonunun patlamadan hemen önceki seviyelerine ulaşmış durumda. İngiltere’de ise hisse fiyatları 2008 küresel finans krizinden bu yana görülen en yüksek seviyelerde geziniyor. Tarih tekerrürden ibaret midir bilinmez ama finans piyasaları hafızasızdır ve biz bu filmi daha önce iki kez izledik. Her iki seferde de, hem 2000 yılında teknoloji balonunda hem de 2008 finansal çöküşünde, piyasalar yüzde kırk civarında eridi ve geriye enkazdan başka bir şey kalmadı. Şimdi ise İngiltere Merkez Bankası, benzer bir "sert düzeltme"nin, yani bizim anlayacağımız dille büyük bir çöküşün, giderek daha makul bir senaryo haline geldiğini fısıldıyor.

Bu çöküş senaryosunun merkezinde sadece hisse senetleri yok; asıl tehlike, bu yapay zeka altyapı yatırımlarının nasıl finanse edildiğinde yatıyor. Hızla artan kurumsal borçlarla, yani aslında olmayan paralarla finanse edilen bu devasa teknolojik dönüşüm, bankacılık piyasasına doğrudan bir tehdit oluşturuyor. Yapay zeka firmaları ile kredi piyasaları arasındaki bağ o kadar derinleşti ve o kadar karmaşıklaştı ki, bu ekosistemin herhangi bir yerinde yaşanacak en ufak bir aksaklık, birbirine bağlı borç verenler ve yatırımcılar ağında hayal bile edemeyeceğimiz bir hızla yayılarak felakete dönüşebilir. Kredi piyasaları dışarıdan bakıldığında sakin, pürüzsüz ve işleyen bir mekanizma gibi görünebilir. Her şey yolundaymış gibi bir hava estiriliyor olabilir. Ancak yüzeyin hemen altında, kurumsal kaldıraç oranları tehlikeli boyutlara ulaşmış durumda ve bankalar, tıpkı 2008 öncesinde olduğu gibi, kredi verme standartlarını gevşeterek, karmaşık ve şeffaf olmayan yapılar üzerinden finansman sağlamaya devam ediyorlar.
Diplomatik dili bir kenara bırakıp açık konuştuğumuzda, İngiltere Merkez Bankası'nın itirafı şudur: Küresel finansal krizden önce gördüğümüz o sorumsuzluk, o risk körlüğü, o zayıf kredi değerlendirmeleri bugün aynen tekrarlanıyor. Karmaşık yasal yapıların arkasına gizlenen riskler, banka bilançolarında görünmez hale getiriliyor ve bu da riskin gerçek boyutunu ölçmeyi neredeyse imkansız kılıyor. Amerika'da yakın zamanda yaşanan yüksek profilli borç temerrütleri, kayıpların bir anda birden fazla piyasa katılımcısını nasıl vurabileceğini bize gösterdi. Çünkü bu sektörde herkes, ama herkes birbirine görünmez iplerle bağlı. 2008 yılının o kasvetli Eylül ayında Lehman Brothers battığında, bunun münferit bir olay olmadığını, domino taşlarının ilki olduğunu acı bir tecrübeyle öğrenmiştik. Lehman devrildiğinde, herkesi peşinden sürükledi çünkü bankacılık, finans ve ilgili tüm sektörler, aslında tek bir devasa, iç içe geçmiş fonlama ağından ibaretti. Bugün de durum farklı değil. Yatırımcıların kredi derecelendirme kuruluşlarına güvenmemesi gerektiği, bu kuruluşların tepki vermekte çok yavaş kaldığı ve gerçek riski yansıtmadığı gerçeği, bir kez daha yüzümüze çarpılıyor. Hatırlayın, 2008'de piyasalar çökerken, o derecelendirme kuruluşları bankaların "yüksek kaliteli" borçlarla dolu olduğunu söylüyordu; oysa o borçlar aslında çöpten farksızdı.
Ancak bu sefer, tehdidin boyutu ve şekli biraz daha farklı ve belki de daha ürkütücü. Geçen sefer problemin kaynağı bankacılık sektörüydü; şimdi ise tehlike "gölge bankacılık" dediğimiz o denetimsiz, karanlık alana kaymış durumda. Özel sermaye fonları (private equity), özel krediler, hedge fonlar ve bunlarla ilişkili sigorta operasyonları, 2008'den bu yana devasa bir büyüme kaydetti. Ve İngiltere Merkez Bankası'nın en kritik uyarısı da tam burada düğümleniyor: Bu gölge bankacılık sektörü, bugüne kadar bu büyüklükte bir makroekonomik durgunlukla hiç sınanmadı. Yani, bir risk olduğunu biliyoruz ama bu riskin nasıl bir yıkıma yol açabileceğini, özel sermaye sektörünün piyasaları nasıl aşağı çekebileceğini modelleyemiyoruz. Merkez bankaları bile bu potansiyel kriz karşısında aslında kör uçuşu yaptıklarını, ellerinde bir harita olmadığını zımnen kabul ediyorlar. Bu, finansal istikrar açısından hiç de güven verici bir durum değil.
Üstelik bu tabloya bir de devletlerin mali durumunu eklediğimizde işler daha da sarpa sarıyor. Birçok hükümet, halihazırda yüksek borç/GSYİH oranlarına sahip ve borçlanma kapasitelerinin sınırına dayanmış durumda. Demografik değişimler, yaşlanan nüfus, artan savunma harcamaları ve sosyal güvenlik baskıları nedeniyle devletlerin kasası zaten zorlanıyor. Bu ne anlama geliyor biliyor musunuz? Eğer bankacılık sektörü veya gölge bankacılık sistemi yeniden çökerse, devletlerin 2008'de yaptığı gibi sistemi kurtaracak, bankalara sermaye enjekte edecek mali gücü veya isteği olmayabilir. Bu mali kapasite sınırlılığı, herhangi bir riskin devlet borçlanma piyasaları, yani tahvil piyasaları üzerinden devasa bir şekilde büyümesine yol açabilir. Bir tahvil piyasası şoku ile kredi ve hisse senedi piyasası çöküşünün aynı anda yaşanması ihtimali, küresel ekonomi için tam bir kâbus senaryosudur.
Türkiye gibi gelişmekte olan piyasalar ve hatta İngiltere gibi finans merkezleri, bu küresel bulaşıcılığa karşı son derece savunmasız. Küresel sistemde "biz işlerimizi yoluna koyduk" demenin bir anlamı yok, çünkü Amerikan, Avrupa, Japon veya Avustralya piyasalarıyla o kadar iç içeyiz ki, dünyanın herhangi bir büyük finans merkezinde yaşanacak bir stres, anında diğerlerine sıçrayacaktır. Bu durumda bankaların vereceği ilk tepkiyi tahmin etmek zor değil; panikleyecekler. Ve bankalar paniklediğinde, yaptıkları ilk şey en yıkıcı olanıdır: Yangın satışı (fire sale) yapmak ve muslukları kısmak. Tam da hane halkının ve işletmelerin paraya en çok ihtiyaç duyduğu, ekonominin dönmesi gereken bir anda, bankalar kredileri keserek krizin derinleşmesine, bir sarmal haline gelmesine neden olurlar. İngiltere Merkez Bankası her ne kadar kendi bankalarının stres testlerinden geçtiğini ve dirençli olduğunu iddia etse de, bu testlerin güvenilirliği her zaman tartışmalıdır. Çünkü testi hazırlayan da, testi uygulayan da, sonucu onaylayan da aynı kurumdur. Üstelik onlar bankaları test ediyorlar, ama asıl risk bankalarda değil, gölge bankacılıkta. Yani sistemin "dirençli" olduğu söylenen kısmı, gölge bankacılık çöktüğünde hiçbir işe yaramayacak, çünkü o da bu çöküşün altında kalacaktır.
Bu finansal mühendislik oyunlarının ve borsa kumarının bedelini ise ne yazık ki yine reel ekonomi, yani üreten, istihdam sağlayan küçük ve orta ölçekli işletmeler (KOBİ'ler) ve sıradan vatandaş ödüyor. Bankacılığın asıl amacı, işletmelere kredi vererek yatırımı, üretimi ve istihdamı desteklemek olmalıyken, bugün bu mekanizma durmuş vaziyette. Büyük finans sektörü, dev şirketler ve bankalar riskli oyunlarına devam ederken, ekonominin gerçek motoru olan KOBİ'ler finansmana erişemiyor. Finans sektörü adeta reel ekonomiyi batırmak için elinden geleni yapıyor ve bu absürt durum karşısında merkez bankaları bile paniklemeye başlıyor. Hane halkı borçluluğunun "istikrarlı" olduğu söylense de, bu istikrar pamuk ipliğine bağlı. Kiracılar, ev sahipleri, ipotek ödeyenler, artan hayat pahalılığı ve yüksek faiz oranları altında eziliyor. Olası bir yapay zeka balonu patlaması veya gölge bankacılık krizi, sadece finans kulelerindeki adamları değil, kirasını ödemeye çalışan öğrenciyi, taksitini denkleştiren işçiyi, dükkanını döndürmeye çalışan esnafı vuracak. Kriz finans sektöründe hapsolup kalmayacak; size, bana, hepimize dokunacak. Sistemik risk dediğimiz şey tam olarak budur.
Bir de işin içine, hedge fonların kısa vadeli kâr hırsıyla devlet tahvilleri üzerinde oynadığı yüz milyarlarca dolarlık kumarları, kripto varlıkların yarattığı belirsizliği ve henüz tam olarak fiyatlanmamış iklim risklerini ekleyin. Bitcoin ve benzeri kripto varlıkların arkasındaki "dağıtık defter" teknolojileri veya "stablecoin"ler her ne kadar yenilikçi görünse de, ciddi bir kriz anında nasıl davranacakları, ne kadar dirençli oldukları test edilmedi. Kripto fiyatlarındaki oynaklık ve düşüşler, tüm sistemi tek başına çökertmese bile, kriz anında sorunları daha da derinleştirecek bir etken olarak karşımıza çıkıyor. Öte yandan, iklim değişikliği artık sadece çevresel bir sorun değil, doğrudan bir finansal risk. Seller, yangınlar, kuraklıklar ve aşırı sıcaklıklar, varlıkları sigortalanamaz hale getiriyor. Sigortalanamayan bir varlık, bankalar için teminat olarak kabul edilemez. Bu durum, riskin hane halkına ve nihayetinde devlete yıkılması anlamına geliyor. Merkez bankaları bu riski görüyor, kabul ediyor ama henüz tam olarak ölçemiyor ve dolayısıyla yönetemiyor.
Sonuç olarak, İngiltere Merkez Bankası'nın bu raporu, satır aralarını okumayı bilenler için "kral çıplak" demenin bürokratik yoludur. Çekirdek bankacılık sistemi güçlü görünebilir ama riskler her geçen gün artıyor. Aşırı fiyatlanmış teknoloji piyasaları, kaldıraçlı ve denetimsiz gölge bankacılık işlemleri, şeffaf olmayan piyasa yapıları, kırılgan devlet borçları ve reel ekonomiye akmayan krediler... Tüm bunlar bir araya geldiğinde ortaya çıkan tablo, devasa bir finansal istikrarsızlık tablosudur. 2008 krizini öngöremeyen, Kraliçe'nin "Neden kimse bunu fark etmedi?" sorusu karşısında mahcup olan o koca iktisatçılar, bu kez aynı hataya düşmemek, "biz uyarmıştık" diyebilmek için bu raporları yazıyorlar. Ancak yazdıkları, yaklaşan krizin engellenebileceğine dair bir umut değil, kaçınılmaz olduğuna dair bir itiraftır. Bir çöküşün gelip gelmeyeceğini değil, ne zaman geleceğini tartışıyoruz artık. Ve bu rapor, o vaktin sandığımızdan çok daha yakın olabileceğini, sessizliğin aslında fırtınanın habercisi olduğunu haykırıyor.
İlgili rapor: https://www.bankofengland.co.uk/-/media/boe/files/financial-stability-report/2025/financial-stability-report-december-2025.pdf