John Wick, yaşadığımız dönemin modern ve gelişmiş(!) dünyasında toplu katliamlara ve karşı nasıl duyarsızlaştığımızın altını çiziyor sanki. Her ne kadar sadece bir aksiyon filmi olsa dahi, John Wick filmlerinin bizi cezbeden özünde şaşırtıcı derecede keskin bir metafor var.
Serinin (şu anda) sonuncu filmi olan John Wick: Chapter 4'ün ortalarında, namı yürümüş suikastçımız neonlarla dolu bir Berlin gece kulübüne girer. Şiddet dolu sahneler birbirini takip ederken, filmde bu vahşetin çevresinde dans eden kulüp müdavimlerini izlerseniz, hiç oralı değillerdir. Muhtemelen sentetik uyarıcıların etkisindeki kaygısız eğlencelerine inatla devam ederler. Onları çevreleyen katliamdan habersiz değillerdir, ama kayıtsız kalma inatları, dans etme tutkularından daha belirgin gibidir. John Wick'i paramparça etmek için mekana giren katil grubu "alayınız gelsin" tavrındaki anti-kahramanımıza saldırırken ve karşılığında envai çeşit yollarla katledilirken dansçıların bu denli şiddeti zar zor fark etmesi, filmin geçtiği paralel evrenin distopik haline bağlanabilir elbette, lakin günümüz dünyasında her gün binlerce kişi katledilirken, sosyal medyada neredeyse dikkatimizi çekmemesi durumu ile belirgin paralellikler taşır.
Filmde eğlenenlerin tepkisizliği, kaçmaması veya saklanacak yer aramaması gibi bizler de günümüzde, burnumuzun dibinde gerçekleşen şiddet dolu olaylara kayıtsız kalabiliyoruz, veya duyarlılığımız bir sosyal medya paylaşımından ibaret kalıyor ve sonra hayatımızın ritüellerine tıpkı o dans eden kitle gibi geri dönüyoruz.
Wick filmlerinin özünde belirgin olmayan ancak tam aksi derecede keskin bir metafor bulunuyor. Filmin her karesinde bize sunulan dünyada ölümlere, özellikle de silahlı eylemlerin neden olduğu ölümlere ne kadar duyarsızlaştığımızla yüzleşmemizi sağlıyor bu kareler.
Çeşitli nedenlerle öldürülen insanların isimleri ile dolu haberlerimiz. Ve bu haberlerin altlarına yapılan yorumlarda şiddeti çeşitli nedenlerle makul gören zihniyetin artışını izliyoruz. Kimi zaman etnik kökeni, kimi zaman cinsel tercihi, kimi zaman da "kimbilir ne yaptı da hak etti" seviyesizliğindeki gerekçeler ile şu ya da bu şekilde bir insanın hayatına son veren eylemler günlük hayatın bir parçasıymış gibi yansıyor bu paylaşımlarda. Bu şiddetin sosyal hayatımıza etkisinin ölçeğini düşünmek bile yorucu aslında ve belki de bu yorucu hal çoğu zaman, bu haber ve yorumları sadece görmezden gelerek hayata devam etmemize yol açıyor.
Bu yazı biraz abartı gibi geliyorsa, herhangi bir haber sitesinde son 1 ayın haberlerini gözden geçirin. Siyasilerin hangi taraftan olduklarından bağımsız halde birbirlerine hakaretlerini, öldürülen kadınlarla ilgili haberleri vs sayın, ve altındaki yorumları inceleyin. Sonra da size bu hakaretler edilse, bu şiddet olaylarına maruz kalsanız, ne hissedeceğinizi, hatta çevrenizdeki insanların bu duruma kayıtsız kaldığında nasıl bir psikolojide olacağınızı düşünün.
Sonuç olarak yüzleşmemiz gereken bir gerçekle karşı karşıyayız. Şiddeti yalnızca bizi doğrudan etkilediğinde veya görmemiz bizce makul olduğunda görüyoruz. Ama ne kadar görmezden gelmeye çalışsak da, şiddet eğiliminin artışını görmezden gelemiyoruz. İçten içe bir çok insan, "eskiden böyle değildi" ile "bir şey yapmalı" klişeleri arasında cılız seslerini yükseltmeye çalışırken, daha büyük bir çoğunluk "aman neme lazım" klişesinde sessizleşiyor.
John Wick filmleri, bu göz ardı ettiğimiz yozlaşmayı, gerek dünyayı kontrol edebilecek güçteki suç örgütü, gerek bu gücün karşısında sessiz kalmayı tercih eden düzen koruyucuları, gerek toplumun bu ahlaka aykırı durumlara kayıtsızlaşması gibi metaforlarla dolu halde ve bu metaforları belki de gayet bilinçsizce bize sunuyor. Eğer bu metaforlar, bu denli etkili şekilde çalışıyorsa, seyircinin filmlerle neden bu denli samimi bir bağ kurduğunu düşünmekte fayda var.
Metaforlardan bahsetmişken, bazı açılardan, John Wick'in kendisi bir erkekten çok bir metafor olarak tanımlanabilir. Tamamen güdüleri ile hareket eden ve öfkesiyle birlikte gitgide ivmelenen bir karakter, en vahşi katliamları bile sanatsal olarak nitelendirebileceğimiz yetenek ve şıklıkla bize sunarken, kıyafetlerindeki zerafet ve silah tercihlerindeki hassasiyet ile göz dolduruyor. Filmde anlatılan hikaye ise oldukça ham ve belki de binlerce kez karşımıza çıkmış bir taslaktan ibaret. Cüneyt Arkın filmlerinden farkı olmaksızın Baba Yaga, basit bir hedefine ulaşmak için, uzun mesafeleri aşıyor, ve gittiği yerde ölüm ve dehşet saçıyor. Bu serinin farkı ise, yönetmen Chad Stahelski'nin yıllar süren dublörlük geçmişinin getirisi olan anlatım şekli. Geniş açılar, mümkün olduğunca kesintisiz ve akıcı sahneler ile beraber, Berlin sahnesindeki gibi akıllara zarar şiddetin gayet günlük hayat içinde, normal yaşamın içinde geçmesi olarak göze çarpıyor. Nadiren, bu şiddet sahnelerinde günlük hayatlarını yaşayan sıradan insanlardan biri Wick ile kurbanının mücadelesini görmek için başını çevirir, ancak omuz silkip hemen normal varsaydıkları hayatlarına geri dönerler. Bıçak kendilerine değmediği sürece kendi işlerine bakmakla yetinirler. Bunun gibi sekanslar, John Wick filmlerinin tamamında var olsa dahi, 4. bölümde daha dikkat çekici halde sunulmaktadır. Filmin sonlarında, Wick ve sonu gelmeyen bir suikastçı güruh, Paris'deki Arc de Triomphe çevresinde hızla akan trafiğin içinde bir meydan muharebesi verirken, sürücüler, havada uçuşan cesetleri gördüklerinde bile nadiren yavaşlar. Öncesinde, filmin kötü karakteri New York'ta bütün bir oteli patlatır ve hiç kimse bunu fark eder veya umursar bir halde değildir. Tüm bu durumun bilgisayar oyunlarında yer alan ve görevleri sadece hikayeyi doldurmak olan NPC adı verilen karakterlerin kaygısızlığı seviyesinde olması yadsınamayacak bir gerçektir. Hatta gençlerin aralarında boş beleş kişilere taktıkları NPC lakabı da bundan kaynaklıdır. Bilgisayar oyunlarının seriye ne kadar etki ettiğini örneklemek için Stahelski'nin filmin ikonik bir dövüş sahnesinde "Hong Kong Massacre" oyunundan ilham aldığını söylemesi yeterlidir sanırım. Benzer şekilde, aksiyon oyunlarının neredeyse tamamında, NPC olarak adlandırılan karakterler, bir kulüpteki dansçılar, kaldırımdaki yayalar veya etrafınızda araba kullanan insanlar, oyunun ana hikayesinin geçtiği dünya hissini size vermek için oradalar. Ne zaman bu NPCler ile etkileşime girmeye çalışırsınız, işte o zaman size verecekleri jenerik tepki ve yanıtlarla, oyun dünyasının boşluğunu gizleyemez halleri ile yüzleşirsiniz.
Dünya genelinde şiddetin artmasından ve sıklıkla bu şiddet olaylarından sorumlu tutulduklarından dolayı, bilgisayar oyunlarının böyle bir ilham kaynağı olması ironiktir. Ancak, Wick dünyasını bize bu kadar tanıdık hissettiren, haberlerde sürekli karşımıza çıkan ve sosyal medyanın fütursuzca beslendiği şiddet ve ölümün, bize artık eskisi kadar trajik görünmemesi olabilir, hatta kişisel fikrim böyle olduğudur. Deprem sonrasında yardım etmek için seferber olanların, seçimlerde kendi partilerine oy vermedikleri için "deprem sizi akıllandırmamış" vandallığı gibi yüzlerce örneği sosyal medyanın her köşesinde bulabilirsiniz.
Aslında kurgusal şiddeti gerçek hayattaki şiddet açısından değerlendirmek her zaman çekinilesi bir durumdur. Çünkü bu yaklaşım, hem gerçek olayları hafife alma, hem de kurguya gerçekte sahip olduğundan daha fazla değer verme riskini taşır. Ne var ki, şiddet eylemlerinin sorumluluğunu, şiddet içeren pop kültüre yükleyen örümcek ağı tutmuş zihniyetin, son yıllarda sürekli haksız çıkmasını da belirtmek için bu yaklaşımın sergilenmesi gereklidir, çünkü şiddet içeren pop kültürü, gerçek hayatı etkilemiyor, aksine gerçek hayattan etkileniyor. Elbette, gerçek hayatta John Wick yok, ancak dünyada çoğumuzun görmezden geldiği akıl almaz bir şiddet var. Ve bu şiddet ile her yerde yüzleştikçe, korku, günlük hayatın bir parçası olmaya başlıyor. Wick filmleri gibi şiddet dozu 10 üzerinden 11 puan alan popüler kültürün eserlerine bakmak ve içeriklerinin bilinçaltımızda bizimle kurduğu bağı anlamaya çalışmak çok keyifli diyebilirim.
En iyi aksiyon filmleri önemli sahnelerinde genellikle birkaç görgü tanığı kullanır; bu, çoğunlukla izleyicinin aksiyon kahramanının işini yapmasına duyduğu hayranlığı yansıtmak içindir. Bir aksiyon filminin dünyasını dolduran pek çok figüran da olayın görgü tanığıdır aslında. Şehrin sokaklarında Godzilla'nın ayağı altında ezilmemek için kaçışanlar, kovalama ve takip sahnelerinde yoldan çıkan arabalar, silahlı bir çatışma sırasında korku ve panik içinde yere yatan insanlar gibi bir çok örnekte görebileceğiniz durumlarda yer alan bu NPClerin hepsi anlatımı beslerler. Seyircinin böyle bir duruma ne denli hazırlıksız olacağını hissettirmeleri anlatıma katkılarının başında gelir.
Peki John Wick filmlerinde bu figüranlara ne demeli? Nilüfer şarkısındaki kaygısızlığı aratır şekilde "Boşvermişim Dünyaya" diyerek dans etmeye devam ediyorlar. Etraflarındaki dünyanın hiçbir kötü yönünü umursamaz haldeler. Ama bize anlattıkları sadece kendi kaygısızlıkları değil, bizim de umursamaslığımız. Her yerde karşımıza çıkabilecek bir trafik kazasını görebilmek için yavaşlıyoruz, ama mağdur olmuş kişiye "geçmiş olsun" demek aklımıza gelmiyor bile. Tıpkı John Wick sahnelerindeki gibi şiddet olmaya devam ediyor ve rutinimizi doğrudan kesintiye uğratmadığı sürece, bunu umursamadan bir sonraki paylaşıma doğru sosyal medyada yüzmeye devam edebiliyoruz. Belki de dünyanın sonu gelse bile, çoğumuz dans etmeyi tercih edeceğiz, kimbilir?