Hiç düşündünüz mü? Türkiye’de sadece eğitim kalitesi düşmüyor, aynı zamanda düşünmenin kendisi itibarsızlaştırılıyor. Öyle ki, zeki olmanın şüpheli, sorgulamanın düşmanca, merakın ise baş belası sayıldığı bir düzene dönüşüyoruz. Fakat bu sadece bize özgü değil; dünya da aynı çarpık patikada ilerliyor. Aradaki fark şu: Biz bu süreci daha derin, daha yaygın ve daha sistemli yaşıyoruz.
Sosyal medya, medya düzeni, siyasal söylem ve eğitim politikaları birlikte bir “aptallık rejimi” inşa ediyor. Artık bilgiye ulaşmak değil, bilgiyi küçümsemek makbul. Bilimsel kanıtlar değil, kişisel inançlar yol gösterici. Akademik uzmanlık değil, TikTok videoları daha ikna edici.
“Benim cehaletim senin bilgin kadar değerli.” — Isaac Asimov
Bilimkurgu yazarı ve biyokimyacı Isaac Asimov, yıllar önce ABD toplumunun içine düştüğü anti-entelektüel döngüyü şu sözlerle tanımlamıştı:
“Anti-intellectualism has been a constant thread winding its way through our political and cultural life, nurtured by the false notion that democracy means that my ignorance is just as good as your knowledge.”
(Türkçesi: “Anti-entelektüalizm, siyasi ve kültürel yaşamımızda sürekli dolaşan bir çizgidir. Bu çizgi, demokrasinin ‘benim cehaletim senin bilgin kadar iyidir’ gibi yanlış bir fikirle beslenmiştir.”)
Bu düşünce ABD’de şekillenmiş olabilir ama bugün Türkiye’de yaşanan gerçekliğin de tam karşılığıdır. Bilgi artık sınıfsal, kültürel ve politik bir kutuplaşma aracına dönüştürülüyor. Bir konuda bilimsel dayanak sunarsanız hemen “elit” ya da “halka yabancı” ilan edilirsiniz. Ne ironik ki, bu önyargı en çok bilgi üretiminden uzak kesimlerde değil; sistemin en üstünde, karar verici konumda olanlar arasında da yaygın.
Eğitimin Değil, İtaatin Ödüllendirildiği Bir Düzen
Bugün okullarımız ne öğretiyor? Sorgulayan bireyler değil, test çözebilen ama düşünemeyen öğrenciler yetiştiriyoruz. “Neden?” sorusu sormak yerine “kaç net yaptın?” sorusu merkeze alınıyor. Sınav sistemleri, merak eden çocukları değil, ezberleyen öğrencileri ödüllendiriyor.
Kütüphaneler sessiz ama boş. Kitaplar vitrinde duruyor ama okunmuyor. Üniversiteler eleştirel düşünce merkezleri değil, diplomalı memur fabrikalarına dönüşüyor. “Bilimsel düşünce” artık sadece akademik yayınlara sıkışmış, halktan kopuk bir dilin içinde boğuluyor.
“Çoğunluğun hakikati susturduğu yerde, birey ancak susarak direnir.” — Søren Kierkegaard
Danimarkalı filozof Søren Kierkegaard, 19. yüzyılda şöyle demişti:
“Truth always rests with the minority, and the minority is always stronger than the majority, because the minority is generally formed by those who really have an opinion.”
(Türkçesi: “Hakikat her zaman azınlıkla beraberdir ve azınlık çoğunluktan daha güçlüdür; çünkü azınlık genelde gerçekten fikri olanlardan oluşur.”)
Kierkegaard’ın bu sözü bugün Türkiye’de yaşanan düşünsel yalnızlığı açıklıyor. Soru soranlar yalnız, düşünenler susturulmuş, okuyanlar dışlanmış durumda. Düşünce çoğunlukla değil, azınlıkla yaşar. Ve ne yazık ki, biz bu azınlığı susturmaya çalışıyoruz.
Sosyal Medya: Cehaletin Vitrini
Sosyal medya, bilgiye ulaşmayı değil, bilgiye karşı öfkeyi yaygınlaştırıyor. Geniş kitlelere hitap eden içeriklerin büyük çoğunluğu sansasyonel, yüzeysel ve çoğunlukla bilim karşıtı. “Ben böyle hissediyorum” demek, “kanıta dayalı veri böyle söylüyor” demekten daha popüler.
Artık ekran süresi verilenler; bağıranlar, ajitasyon yapanlar ve çoğu zaman gerçeklikle bağını koparmış figürler. Medya, en fazla tıklanacak başlıkları ararken, düşünceyi değil duyguyu pazarlıyor.
Ve bu sadece bireysel bir tercih değil. Kapitalist sistemin bilinçli bir yönlendirmesi. Çünkü sorgulayan birey tüketimi sorgular. Düşünen, reklamı analiz eder. Merak eden, karşılaştırma yapar. Oysa hisleriyle hareket eden kişi, her türlü pazarlamaya açıktır.
Post-modern Paradoks: Herkesin Gerçeği, Hiç Kimsenin Doğrusu
Post-modernizmle birlikte “herkesin kendi gerçeği vardır” anlayışı toplumsal bir norm haline geldi. Ancak bu söylem, zamanla bilgiyle bağını kopardı. Artık “gerçek” yerine “inanç”, “kanıt” yerine “his” revaçta.
Bu durum, toplumsal kararların rasyonellikten uzaklaşmasına neden oldu. Aşı karşıtlığı, bilim düşmanlığı, eğitim sisteminin zayıflatılması, hepsi bu yapının parçaları. Çünkü bilgi, bir sistem için hem tehdit hem maliyettir. Bilgili birey talepkardır, şeffaflık ister, hesap sorar.
Zeka Susturuluyor Ama Ölmedi
Bu çarpık sistemin içinde umut hâlâ var. Sessiz, görünmez ama güçlü. Kitap okuyanlar, gerçekten düşünenler, hâlâ var. Onlar bağırmazlar, ama söyledikleri derindir. Onlar etiket değil, içerik peşindedir. Onlar TikTok değil, kütüphane bilir.
Zeka ölmedi. Sadece susturuldu. Ama zamanı geldiğinde, köprüler yıkıldığında, sistem çöktüğünde yine sahneye çıkacak.
Ve herkes şunu soracak: “Kim tamir edebilir?”
O zaman kitap okuyan, analiz eden, sabırla öğrenen o kişi öne çıkacak. Elinde bilgiyle, kalbinde şüpheyle ama aklında çözümle.
Ve sessizce işe koyulacak.
Çünkü her yeri ampulle donatsanız bile, sonunda ışıkları açık tutan zeka olur.
